Düğünlerden ödüllere: Esengül Alıcı

Düğün fotoğrafları çekerek ticari olarak başladığı fotoğrafçılığı sanat noktasına taşıyan Esengül Alıcı, hikâyesini ve fotoğrafçılığın inceliklerini İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Serkan Türkoğlu’na anlattı.

Sanatın ne olduğu, nelerin sanat kabul edileceği yıllardır tartışılıyor. Sinema ve fotoğraf gibi modern dönem sanat mecralarının ticari alanda da işlev görmesiyle birlikte bu tartışma giderek alevleniyor. Günümüzde fotoğraf, yediden yetmişe herkesin üretebileceği ve sosyal medya aracılığıyla sergileyebileceği bir çıktı iken bunlardan hangisinin sanat, hangisinin ticari, hangisinin kamusal görünürlük kaygısıyla yapıldığı çoğu zaman belli oluyor. Esengül Alıcı da kendi işinin niteliğini belli eden, sanat kaygısıyla fotoğraf üreten bir sanatçı. İhracat firmasında tam zamanlı bir işte çalışan Alıcı’nın fotoğrafçılık kariyeri 2010 yılında başladı. İşten kalan zamanını fotoğrafa ayıran Alıcı, hafta sonları kızıyla birlikte şehir dışında sanatını icra ediyor. Dış çekim, model, manzara ve sokak fotoğrafçılığıyla ilgilenen Esengül Alıcı’nın on iki yıllık kariyerinde birçok birinciliğin yanında yüzü aşkın ödülü bulunuyor. Düğünlerde fotoğraf çekerek ticari olarak başladığı fotoğrafçılığı sanat noktasına taşıyan Alıcı, sanatçılığa doğru ilerleyen hikâyesini ve fotoğrafçılığın inceliklerini İstanbul Arel Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Serkan Türkoğlu’na anlattı.

 

Fotoğrafçı olmaya nasıl karar verdiniz? Sizde fotoğrafçı olma isteğini uyandıran bir hikâyeniz var mı?

Fotoğrafçı olmaya karar vermem aslında tesadüf oldu. 2010 yılında evli olduğum kişiden ayrıldım ve kızımla kendim için yeni bir hayat kurmaya karar verdim. İlk önce sevmediğim konfeksiyon işinden ayrıldım, ön muhasebe kursuna başladım ve muhasebeci olarak birçok işe girdim. Hepsinden bir şeyler öğrenip bir üst seviyede firmalara başvurdum ama aldığım maaş bana yetmiyordu. O yüzden ek iş aramaya başladım. Bir düğün salonuna iş için başvuru yaptım ve beni işe aldılar. Artık gündüz işimden sonra akşam ve hafta sonları düğün salonunda çalışıyordum. Düğün salonundaki fotoğrafçı bana, “fotoğraf satmak ister misiniz?” deyince, büfe işletmeyi bırakıp fotoğraf satmaya başladım. Bir ay kadar fotoğraf sattıktan sonra bu iş böyle olmaz dedim ve ne yapabilirim diyerek fotoğrafçılık sanatını öğrenmek için araştırmaya başladım. Böylece İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları (İSMEK) tarafından düzenlenen fotoğrafçılık kursuyla karşılaştım. Orada tanıştığım hocam Cüneyt Çelik, çok iyi bir öğretmendir ve bana çok katkısı oldu. Dolayısıyla İSMEK kursu fotoğraf yolculuğumun gerçek anlamda başladığı yer oldu.

 

Ne kadar süredir fotoğrafçılık yapıyorsunuz ve hangi alanda çekim yapmayı seviyorsunuz?

Fotoğraf çekmeye 2010 yılında başladım. Tabii ki ilk fotoğrafım düğün salonunda gelin-damat fotoğrafıydı. Sonra düğün, dış çekim ve model fotoğrafçılığıyla devam ettim. Arkasından hayatımın tamamını etkileyen sokak fotoğrafçılığına yöneldim ve bu alanda kendimi bayağı geliştirdim. Katıldığım fotoğrafçılık yarışmalarında birincilik, ikincilik ve üçüncülük ödüllerinin yanında yaklaşık yüz ödül kazanarak yoluma devam ediyorum. Benim için sokakta çektiğim fotoğraflar paha biçilemez. Tanıştığım insanlar, hikâyeler; şehir dışında en ücra köşelerdeki insanlara ulaşmak, onları dinlemek, onların da var olduklarını anlatabilmek çok güzel.

Yaşlı Kadın

Sizce fotoğrafçı olmak için eğitim gerekli mi yoksa fotoğrafçının göz yeteneği doğuştan mı gelir?

Her meslek için eğitim en başta gelir fakat bir işi iyi yapmanın en büyük kuralı bence sevgidir. Yani hem eğitim hem sevgiyi harmanlamak bence başarı getirir. Göz zamanla, fotoğraf çektikçe gelişen bir şey. Her şeye daha çok dikkat edip başka türlü bakmaya başlıyorsunuz. Bir şeye herkes aynı yönden bakarken fotoğrafçı, ona başka yönden bakıp başka bir şekilde anlatım yapabiliyor.

 

Peki, siz fotoğraf çekerken kendinizi estetik kaygı ya da bir hikâye yaratmak için arayış içerisinde buluyor musunuz?

Dışarı çıktığımda fotoğraf çekmeyi her zaman istiyorum. Bu alışkanlığımla birlikte göremediğimiz şeyleri artık görmeye başlayınca zaman içerisinde gözlerimiz güzelliği fark etmeye başlıyor. Fotoğraf çekimlerine başladığım ilk yılların aksine estetik ve simetrik kavramlarına daha çok önem vermeye başladım. Zaman içerisinde de simetrik fotoğrafları daha çok sevdim. Ama bazen yolda yürürken veya seyahate çıkarken bazı olaylar gözüme çarpıyor, bazı insanların hikâyesi olduğunu fark ediyorum. Böyle olunca da simetri hikâyenin önüne geçemiyor. Bir hikâye oluşturmak, fotoğrafta bir şeyler anlatmak her zaman daha çok ilgimi çekiyor.

 

Sizce bir fotoğrafı güzel yapan şey nedir? Çektiğiniz bir fotoğrafın iyi olduğunu nasıl anlıyorsunuz?

Bir fotoğrafa iyi veya kötü demenin sırlarını tam olarak bilmiyorum desem yeridir. Çünkü kendimi sürekli geliştirmek istiyorum ve her çektiğim fotoğraf daha iyi olsun istiyorum. Ama fotoğraf çekerken dikkat ettiğim nokta, fotoğrafın kültür ya da anlatıdan kopmaması oluyor. Bir nesneyi, insanı ya da doğanın bir parçasını kameraya alırken onu doğasından kopartmamak benim için çok değerli. Bu doğayı hikâyeye çevirebilirsem daha da güzel oluyor. Fotoğraflara biraz simetri, biraz estetik katmak da benim için yeterli oluyor.

Tersane
Tersane

Sosyal hayatınız ve fotoğrafçı kişiliğiniz gündelik hayatta birbirine karışıyor mu? Örneğin, aniden bir şeyleri ortada bırakıp fotoğraf çektiğiniz oluyor mu?

Gündelik hayatım ile fotoğraf çekme sevgim bazen aynı anda gitmiyor. Bayağı zorlandığım zamanlar da oluyor fakat bir şeyi çok sevince peşinden gidiyorsunuz. Mesela ben bir ihracat firmasında sabah işe gidiyorum. Akşamları da kalan vaktimi kızımla geçirmeye çalışırken bir yandan da fotoğraf işlerime odaklanıyorum. Hafta sonları ise kızımla birlikte fotoğraf çekmeye beraber gidiyoruz. Çoğunlukla şehir dışı oluyor. Kızımla birlikte biraz yoruluyoruz ama elime geçen sonuçları görünce bütün yorgunluğum geçiyor.

 

Simetrik fotoğraflar yakalama konusunda kendinizi nasıl geliştirdiniz?

Şunu söyleyebilirim ki fotoğraf çekmek uzun bir süreci geçmişinde barındırıyor. Çektiğim fotoğrafların ilkine baktığım zaman çoğunda simetri göremiyorum mesela. Ama elinizde kamerayla dolaştığınızda sürekli bir şeyleri yakalama ihtiyacı da beraberinde geliyor. Elinizdekilerin doğrusunu yanlışını anlıyorsunuz. Daha sonralarda nasıl çekmeniz neyi yakalamanız gerektiğini kendiniz de öğrenmiş oluyorsunuz. Sadece fotoğraf çekmek değil, başkalarının çekmiş olduğu fotoğrafları da görmeyi seviyorum. Onların nasıl çektiğini anlamayı seviyorum.  Yarışmalara katıldığımda da bolca fotoğraf görme şansım oluyor.

Paylaşmış olduğunuz fotoğraflarda Güneydoğu’ya ait portreler karşımıza çıkıyor. Bu portrelerin hikâyesinden kısaca bahsetmek ister misiniz?

Portrelerimde karşılaştığım insanların fotoğraflarını direkt çekmeyi sevmiyorum. İlk önce onlarla sohbet ediyorum ki çekeceğim kişinin hikâyesini dinlemek beni mutlu ediyor. Aramızda güzel bir şey oluşuyor ve tam kalkacakken bir fotoğraf çekebilir miyim diye soruyorum. Onay aldıktan sonra fotoğraflarını çekiyorum ve fotoğraf çekerken de onlarla yine konuşuyorum. Böylece onları rahatlatarak doğal bir ortam yaratmayı istiyorum. Ortamın doğallığını yakaladığım zaman ise portrenin hissiyatı çok farklı oluyor. Sanki vizörden göz göze geliyormuşum gibi güzel bir his veriyor.

Portre
Güneydoğu'dan Portre

Konusu “Edirne Çöplüğü” olan bir fotoğrafınız var. Bu fotoğrafın fikir aşaması ve çekim süreci nasıl gelişti?

Aslında arkadaşlarımla birlikte Edirne’ye fotoğraf çekimlerine gitmiştik. Edirne’de böyle bir çöplüğün olduğunu da bilmiyorduk. Zaten gittiğimizde inanılmaz bir kokuyla karşılaştık. Eğer içinizde fotoğrafçılık sevgisi olmasa bir dakika bile katlanabileceğiniz bir yer değil. Hatta bir arkadaşımız maskeyle çekti fotoğrafları. Diğeri de başında ateş yaktı. Kendi kurgumuzla gelişen bir fotoğraf çalışması oldu.

Edirne Çöplüğü

“Çocukların gülüşünde, masumluk ve içtenlik yatar”

Boynuyoğun Geçici Barınma Merkezi’nde çekmiş olduğunuz fotoğrafların bir hikâyesi var mı?

Boynuyoğun Geçici Barınma Merkezi’ne valilik izni ile girdim. Orada yersiz ve yurtlarından ayrılmak zorunda kalmış ama yine de mutlu olmaya, kendilerini geliştirmeye çalışan insanlar gördüm. Öyle bir barınma merkezi yapmışlar ki içinde park, basketbol sahası, İSMEK kursları var. Yetkililer çocukların kendilerini geliştirmesi için her şeyi sağlamış. Çocuklar öyle güzel resimler yapmışlardı ki görseniz bunu profesyonel bir ressam yapmış dersiniz. Yapılan çalışmalarla insanların bir şekilde yaşamlarını güzelleştirmeye çalışıyorlar. Bazı fotoğrafçıların aksine ben, insanlarda acıma duygusu uyandıran fotoğraflar çekmeyi sevmiyorum. Bu nedenle oradaki çocuklarla oyunlar oynayıp birlikte fotoğraf çektik. Hepsinin neşeli anlarını yakaladım. Dünyada en güzel şey çocuk gülüşüdür. Çünkü çocukların gülüşünde, masumluk ve içtenlik yatar. Bence bunları ölümsüzleştirmek harika bir his.

Çocuk Gülüşü
Çocuk Gülüşü

Çektikleriniz içinde sizin için ayrı bir yere sahip olan fotoğraflar var mı?

Benim için yeri ayrı olan fotoğrafları düşünüyorum da hepsi ayrı değerli, hepsi benim göz bebeğim. Ama eğer bir tanesini seçmek zorundaysam bu, Edirne’deki Muradiye Camii bahçesinde çektiğim fotoğraf olurdu. Çünkü fotoğrafta ilk musalla taşı göze çarpar ve bu dünyadaki insanın son anına dairdir. Ardından mezar taşı göze takılır, o da dünyanın bütününe karışacağı yeri simgeler. Bir insan için artık geri dönüş yoktur. Sonra Selimiye Camisi göze çarpar ve dünyanın gelip geçici olduğunu düşünürsün.

Musalla Taşından Selimiye'ye
Musalla Taşından Selimiye'ye

Hayatınızın geri kalanında fotoğrafçılığa dair kurduğunuz bir hayaliniz var mı?

Fotoğrafçılık ile ilgili ileride kurduğum hayalim: Bir karavan alıp tüm dünyayı gezerek fotoğraflamak. Bu dünyadan göçüp gittiğimde benden bir şeyler kalsın istiyorum. Zaten zamanı gelince tüm arşivimi bağışlayacağım. Dünyada iz bırakabilmek için en büyük hayalim bu.

 

Peki, ileride bizi bekleyen sürprizleriniz var mı?

İlerleyen zamanlarda sadece sizi değil beni de sürprizler bekliyor. İleriye dönük kimse bir sürprizim var diyemez ama hayat neler getirir bilinmez. Bir söz vardır: “Hayat, biz planlar yaparken başımıza gelenlerden oluşur.”